16 Nisan 2014 Çarşamba

Mutlu muyuz?




Metin için önerilen parça : Amiina : "What  Are We Waiting For?"


Yeni yıla giren Sydney gibi biraz önden başladık bugün. Gözlerini masaya dikmiş, tam karşımdaki iskemlede hep ayni ritimde yudumluyor kadehini Mutlu. Kendisi edebi ve ezeli dostum. Sıra arkadaşım, toprağım, kirvem, sırdaşım ve daha bir sürü şeyim. On numara adamdır. Tanısanız seversiniz. Bugüne dek pek çok şey paylaştık onunla. Beraber rüzgara karşı da işedik, İzlanda niyetiyle yola çıkıp Nemrut tepelerinde güneşi de doğurduk. Batımına Kars'a geçtik, soğuktan zatürre olduk. Çoğu zaman aynı romanları okuduk. Ayağı kırıldığında ben de rapor aldım bi şekilde. İkimiz de İngilizceyi chat odalarında öğrendik. Yeri geldi birbirimize wingmanlik yaptık. Yeri geldi aynı kızdan hoşlanmaya başlayınca efendice çekilmeyi de bildik çaktırmadan. Kavgalara da girdik beraber, yüz yüze kavga ettiğimiz de oldu küçükken. İstisnasız her çarşı iznimizde telefondan iddaa kuponu yaptık askerde. Ben rahat yaptım, o süründü. O politika okumak isterdi hep, bankacı oldu. Benim bilgisayara ilgim vardi ezelden, pazarlamacı oldum. Hayat..

Bana özgürlüğün tanımını yap deseler Mutlu'yla içtiğimiz şu akşamlardır işte derim. Eskiden daha sık yapardık, şimdi epey nadir oluyor. Bir araya gelip tüm kavramların içini boşaltmanın verdiği keyfi başka şeyde bulamayız. Alemin kutsalına, en derin delhizlerine gireriz. Az meze, bi paket Camel, arada şekersiz çay. Kafi. Tabumuz, gizlimiz,saklımız yoktur. Hayatla dalga geçmeyi bilen adamlarız. Gece akıp giderken geyiği sonlandırmamız gerektiğini Şükrü abinin yorgun düşen göz kapaklarından anlarız. Sağ olsun hiç kapatıyorum falan demez Şükrü abi. Mekanın kaderini kendimiz tayin ederiz. Genelde muhabbet demini iyice alınca da konu er geç futbola gelir. Şimdiki değil, geçmiş zamanın, çocukluk yıllarımızın güzel futbolu. Bir bir yad ederiz: Önce Klinsmann..O efsane Ajax kadrosu. Baggio'nun Budizm takıntıları. Mendieta'nın hiç kaçmayan penaltıları. Owen'ın ortaya çıktığı 98 yazı ve aynı turnuvada Paraguay'ın uzatmada Fransa'ya elenişi. Chilavert'e duyduğumuz o muazzam güven. Ne yıkılmıştık lan o gün.. Ve Hagi. İlle de Hagi. Şu dünyada en son o üzülsün isteriz.

Bugün futbol konuşmuyoruz. Daha doğrusu konuşamıyoruz. Mesele biraz farklı seyrediyor çünkü Mutlu kardeşimin içine Sıcak Saatler'in Sedat Yalçın'ı kaçmış. Kafa da hafiften olmuş hani. Rakının çatallaştırdığı sesiyle bize Houston'dan bildiriyor: "Büyük adamlar aslında hiç büyümemiş adamlardır moruk!" diyor kafasını gözlerini diktiği masadan kaldırarak. "İnsanlar onları hep sonradan anlarlar ama böyledir bu. Biz hiç büyümeyecektik aslında. Orada çok yanlış yaptık. Zamanda takılıp kalmayı, hep çocuk olmayı bilemedik. Ciddiye alınmak için tüm hayallerimizi sattık. İnsan içine çıkıcaz diye insanlığımızdan olduk. Olduk da ne oldu? Rızkımızın pesinde koşmaktan popomuzu sıkılaştırdık da ne oldu? Beraber tuvalete bile gitmeyeceğimiz adamlara eyvallah ettik durduk. Puştlukları kanıksar hale geldik. Zamanında şiirler yazdığımız hatunlar "evleniyoruz,mutluyuz" yazdırdı elalemin arabalarına. Bari biraz orjinal şeyler yazdırsalardı da içimiz bu kadar acımasaydı. Hiç olmazsa bunu öğretebilseydik. Lamı cimi yok, beceremedik usta. Küçükken güya dünyayı değiştirecektik. Noldu?"

Anlıyorum ama konuşamıyorum. Benim tıkandığım yerde Şükrü abi devreye giriyor. Esnaf adam, durumun farkında. Senelerin verdiği kondisyonla tek elle iskemleleri çevirirken hafiften kalkıyoruz. Mutlu gerek görmüyor ama ben evine kadar eslik ediyorum yine de. Şu saatte dört kat çıkmak kolay değil. Üçe basar, beşe basar. Tatsızlık olmasın.

Çocuğun gece ateşi çıkmış. Uykusuz gözlerle açıyor kapıyı karısı. Telefonu duymamışız ya da duymak istememişiz. "Kusura bakma Arzu" dedim. "Özlemişiz birbirimizi, biraz hasret giderdik kocanla." Tamam da bu saate de kalınır mı gibisinden bişeyler söyledi.

Daha da kalacaktık da, kalamadık diyemedim. Basıp gidecektik anasını satayım. En başında yapamadığımız şeyi bugün yapacaktık, çok yaklaştık ama yine sizlere kıyamadık. Döndük dolaştık yine geldik.

Oysa plan öyle değildi lan Mutlu.. Onunda da on beşinde de yol haritamız belliydi. Buralarda durmayacaktık.

Durmayacaktık harbiden. Biz de eşkıya olmaya karar vermiştik film bitince. Hani dağlara çıkacaktık? Noldu?..

2 Nisan 2014 Çarşamba

Nothing to Declare




İlk kim başlattı bilmiyorum da dünyamız zaman içinde kirlendi. Bu kirlenmişlik iki çeşit insan yarattı. Rahibeliğe soyunanlar merkeze çekilip himaye altına alınırken serzenişte bulunanlar bir bir sürgün edildi. Sürgün edildiği yerden ait olmak istediği yere seslenenler oldu. Onlara şair dendi. Nazım, Neruda, Brecht. Çok güzel dünyalara inandılar, lakin hafsalamız almadı. Bir ara Shakespeare aşk dedi, gurur dedi, güç dedi. Kafamızı açarken belli ki kötü niyeti yoktu, bunun için onu suçlamamalıyız. Pushkin' de ise şövalye hamuru vardı; şövalye gibi yaşadı ve bir şövalye nasıl ölürse öyle öldü. Sonrasında Ruslar mirasına yancılık bile yapsalar zirveye oynarlardı, üzerine dahi koydular. Ha iyi mi yaptılar? Tartışılır. Bence bu insan olayını çok abarttılar ki bunun için onları suçlamalıyız. Ege' nin öte yakasında da Samuraylar vardı, onlar kendi davalarına çok kaptırdılar; çok kol kırıldı, yuan içinde kaldı. Bildiklerini bize okutmaktansa kendilerine sakladılar. İşte benim anladığım selfsuffişınt ekonomi! Arada türlü türlü filozoflar boy verdi, karmaşık konuştular. Haliyle halk tabanında karşılık bulmadı. Talihsiz anlar, talihsiz anlar..Bu arada derebeylikler yıkıldı ama fazla mesailer ve takiben güneşli günlere nöbet yazmalar başladı. Top, tüfek, mertlik olayları. Biliyorsun bunları. Özetle işler sarpa sarıyordu ve olayın aslı da pek Bob Ross' un anlattığı gibi değildi. Yani yapılan her hata hemen bir ağaçla kapanmıyordu öyle. Başımızdakiler de şu ağaç meselesini hiç bir zaman anlamadı ya. Neyse.

Velhasıl, o oldu, bu oldu. Fatih öldü, şarabı yarım kaldı. Hayyam hallendiyse de bulutlar masaya uzaktı. Aslında Veysel sadık yarini deşifre ettiğinde meselenin özünü fevkalade kavramıştı da İsmet Özel ne ara böyle olmuştu? İnsan gerçekten hayret ediyor. Neyse.

Sonra işte Lykke Li çıktı, Lana del Rey peydah oldu. Balkonlarında civciv besleyen çocukların masumiyetiyle geldiler aramıza. Ve bizi her şeyin başladığı yere, santrada koyun güden Homeros' un yanına götürdüler. Hep sevgiye inandılar, hep yara aldılar. Yaralarını gösterdiler bir bir. Kendi suretimizi gördükçe utandık  ve içimiz kıyıldı. Sadness is a Blessing diye haykırırken gerçek misiniz siz hakkaten dediler, ki Just Ride diye öğüt veren de onlardı. Aşkitoyla pazar keyfi kahvaltımıza bi kıps yaptılar nakarattan.Sonra da şak diye Shakespeare' in denklemini ısıtıp önümüze koydular. Yani Asya mı İlyas' a yamuk yapmıştı, or vice versa? Yoksa alem zaten çoktan global mi olmuştu? Selvi boylum, takma adlım. Benim modern zaman sürgünlerim, sürgünlerimiz..İnan bunu hiçbir zaman bilemeyeceğiz.