2 Nisan 2014 Çarşamba

Nothing to Declare




İlk kim başlattı bilmiyorum da dünyamız zaman içinde kirlendi. Bu kirlenmişlik iki çeşit insan yarattı. Rahibeliğe soyunanlar merkeze çekilip himaye altına alınırken serzenişte bulunanlar bir bir sürgün edildi. Sürgün edildiği yerden ait olmak istediği yere seslenenler oldu. Onlara şair dendi. Nazım, Neruda, Brecht. Çok güzel dünyalara inandılar, lakin hafsalamız almadı. Bir ara Shakespeare aşk dedi, gurur dedi, güç dedi. Kafamızı açarken belli ki kötü niyeti yoktu, bunun için onu suçlamamalıyız. Pushkin' de ise şövalye hamuru vardı; şövalye gibi yaşadı ve bir şövalye nasıl ölürse öyle öldü. Sonrasında Ruslar mirasına yancılık bile yapsalar zirveye oynarlardı, üzerine dahi koydular. Ha iyi mi yaptılar? Tartışılır. Bence bu insan olayını çok abarttılar ki bunun için onları suçlamalıyız. Ege' nin öte yakasında da Samuraylar vardı, onlar kendi davalarına çok kaptırdılar; çok kol kırıldı, yuan içinde kaldı. Bildiklerini bize okutmaktansa kendilerine sakladılar. İşte benim anladığım selfsuffişınt ekonomi! Arada türlü türlü filozoflar boy verdi, karmaşık konuştular. Haliyle halk tabanında karşılık bulmadı. Talihsiz anlar, talihsiz anlar..Bu arada derebeylikler yıkıldı ama fazla mesailer ve takiben güneşli günlere nöbet yazmalar başladı. Top, tüfek, mertlik olayları. Biliyorsun bunları. Özetle işler sarpa sarıyordu ve olayın aslı da pek Bob Ross' un anlattığı gibi değildi. Yani yapılan her hata hemen bir ağaçla kapanmıyordu öyle. Başımızdakiler de şu ağaç meselesini hiç bir zaman anlamadı ya. Neyse.

Velhasıl, o oldu, bu oldu. Fatih öldü, şarabı yarım kaldı. Hayyam hallendiyse de bulutlar masaya uzaktı. Aslında Veysel sadık yarini deşifre ettiğinde meselenin özünü fevkalade kavramıştı da İsmet Özel ne ara böyle olmuştu? İnsan gerçekten hayret ediyor. Neyse.

Sonra işte Lykke Li çıktı, Lana del Rey peydah oldu. Balkonlarında civciv besleyen çocukların masumiyetiyle geldiler aramıza. Ve bizi her şeyin başladığı yere, santrada koyun güden Homeros' un yanına götürdüler. Hep sevgiye inandılar, hep yara aldılar. Yaralarını gösterdiler bir bir. Kendi suretimizi gördükçe utandık  ve içimiz kıyıldı. Sadness is a Blessing diye haykırırken gerçek misiniz siz hakkaten dediler, ki Just Ride diye öğüt veren de onlardı. Aşkitoyla pazar keyfi kahvaltımıza bi kıps yaptılar nakarattan.Sonra da şak diye Shakespeare' in denklemini ısıtıp önümüze koydular. Yani Asya mı İlyas' a yamuk yapmıştı, or vice versa? Yoksa alem zaten çoktan global mi olmuştu? Selvi boylum, takma adlım. Benim modern zaman sürgünlerim, sürgünlerimiz..İnan bunu hiçbir zaman bilemeyeceğiz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder